deneme bonusu veren siteler canlı casino akademik sofia grandpashabet güncel adres betpark süperbetin giriş betebet bets10 Matadorbet vdcasino tipobet giriş deneme bonusu siteleri deneme bonusu veren siteler

Ortalığın çoru- Emeklilik ve yaşam -2-

YAŞAM 18.03.2020 - 21:43, Güncelleme: 15.06.2021 - 12:24
 

Ortalığın çoru- Emeklilik ve yaşam -2-

Beyim, bu ortalığın çoru gitti geldi bizim gibi yaşlıları vurdu. Bak senin de dediğin..

Emeklilik ve yaşam -2-   Fatih Dulkadiorğlu yazdı Geçenlerde evimizin yakınındaki parkın içerisindeki kafeye girdim. Hava oldukça güzel ve güneşliydi, terasın güneş alan bir yerinde kendime bir masa seçtim ve telefonumu masanın üzerine bırakıp üzerimdeki kabanımı oturduğum sandalyenin arkasına astıktan sonra sol tarafım güneşe gelecek şekilde oturdum ve bir süre parkın güzelliğini seyre daldım. Öylesine dalmışım ki masaya sipariş almak için yaklaşan genç garsonu bile fark etmemişim. Garsonun “ Hoş geldiniz beyefendi” demesini beklerken beni sakalımdan mı nedense okumuş yazmış biri olarak tanımlamış olmalı ki, saygılı, sempatik ve gülen yüzüyle,” Hoş geldiniz hocam.” dedi. Garsonun bu güler yüzlü yaklaşımından çok mutlu oldum. Garsondan bir Cafe Latte, bir de su getirmesini rica ettim. Latte’yi benim çocuklardan öğrenmiş ve alışmıştım. Latte, İtalyan’ca süt anlamına geliyormuş. Asıl adı Caffe Machiatodur Espresso imiş. “Buharla ısıtılmış kıvamlı süt dolu bir kupaya eklenir, genellikle ince ve uzun bardakta servis edilir. İsteğe göre üzerine süt köpüğü eklenir bir damla çikolata sosuyla da köpük üzerine süs amaçlı istenilen şekilde resim yapılabilir. Yani bir nevi ebru sanatı gibi.” diye anlatmıştı avukat olan kızım. Az sonra ağzı geniş uzun bardakta Caffe Latte’m ve suyum gelmişti. Garson, nabza göre şerbet vermesini bilecek derecede uyanık çocukmuş, bana bu yaştan sonra kalp resmi yapacak değil ya, kitap resmi yapmıştı bardağın üzerindeki süt köpüğüne çikolata sosuyla.  Yaklaşık bir saat kadar oturup güneşin tadını çıkarttım. Havanın sıcaklığından yararlanarak bu sürede telefonuma yüklediğim “ Kâşif Kozinoğlu’nun Mezara götüremediği Sırlar” isimli kitabından yüz sayfa kadar okumuşum. Fazla oturduğumu hissederek masadan kalktım, kasaya hesabı ödedikten sonra parkın içerisinden dolaşıp caddeye çıkmak isterken geçenlerde cami avlusunda tanışıp sohbet ettiğim arkadaşla bu gün de parkta rastlaştım. Hani şu karısı ölünce başı boş kalıp evlenmeye kalkışmasın diye kızının yanına getirilen çok dertli bir adam vardı ya, işte o...  Parktaki bankların birinde oturmuş ayaklarını uzatarak doksan dokuzluk tesbihini çekiyor, bir yandan da dalgın dalgın sürekli ayakkabısının burnuna ve hep aynı noktaya bakıyordu. Beni görünce toparlandı ve ayağa kalktı, tokalaştık.  Kırk yıllık dostunu görmüşçesine sevindi. Uzun zamandır göremiyorum sizi bu ara Cumalara da gelmiyorsunuz, bir şeyiniz yok değil mi Hocam?” dedi.  Ben de “ Bir süredir buralarda yoktuk, çocukların yanına gitmiştik yeni geldik. Ben yukarıda oturuyordum sizin burada olduğunuzu bilseydim yukarıya sizi de davet eder kahve ikram ederdim.” dedim.  “Teşekkür ederim, ben öyle yerlere giremem.” dedi.  Adamın yalnızlıktan canı sıkılmış olmalı ki, beni bırakmaya pek de niyeti yoktu.  Oturmam için banktan yer göstererek, “Acil bir işiniz yoksa biraz da burada oturun.” dedi.  Ben de adamı kırmamak için teklifini kabul ettim,  “ Hadi oturayımo zaman.” dedim ve oturdum. Adam anlatmaya başladı:  “Sizi kaç gündür göremeyip merak edince evde lafınız oldu. Kızıma, sizi ve geçenlerde sizinle cami avlusunda yaptığımız sohbeti anlatmıştım. O da merak etmiş fesbok mu ne varmış oradan araştırdı sizin resminizi bulup gösterdi. “Baba bu mu senin konuştuğun adam?” dedi. Ben de Evet! Evet! Bu adam dedim. Kızım, baba bak senin tanıdığın adam kendi duvarında ne yazmış, okumamı ister misin? Dedi. Ben de oku bakalım ne yazmış dedim.  Siz her tarafı kasıp kavuran şu ortalığın çorundan söz ederek “Coronavirüs (Covıd-19) konusunda madem 60 yaş ve üstü risk altındaysa okullar kapatılacağına kahvehaneler kapatılsa ya...” diye yazmışsınız.  Beyim aslında doğru yapmamışsınız. Sizin bu dediğinizi devlet büyüklerimiz duyar da kahvehaneleri ve çay ocaklarını kapatırlarsa bizim halimiz ne olur? Evde boğulmaz mıyız?” Deyince ben de  “Ama olur mu? Kahvehaneler çok sağlıklı değil, küçük bir masanın etrafında diz dize dört kişi birbirinin ağzına girecek derecede yakın oturuyoruz, bir de yancılar geliyor onlar da dirseğini masaya dayayıp oturuyorlar nerdeyse ağzımıza girecekler, öksüreni var, aksıranı var. Sen istediğin kadar kendi temizliğine dikkat et, ya karşındaki dikkat etmiyorsa o zaman ne olacak? Havalar serin gittiği için yeteri kadar havalandırılamıyor.  Biri pencereyi açsa bir başkası gelip kapatıyor. Geçen gün aynı şeyi bizzat kendim yaşadım, benim yaşlarımda bir adam dirseğini masaya dayamış elimi seyrederken bana doğru hapşırdı, daha da kötüsü hapşırırken de ağzını kapatmadı. Ben de adama bir şey diyemedim ama sinirlendim oyun masasını terk ettim. Kalkıp elimi yüzümü iyice sabunladıktan sonra kahvehaneden ayrıldım, bir kaç gündür de gitmiyorum.” deyince  “Bakın ben bu yönden düşünmemiştim.” diye bana hak verdikten sonra telefonunu uzatarak  "Hocam mahsuru yoksa şuna telefonunu kaydeder misin?” dedi. Bu tür şeyleri çok sevmesem de bir an için basiretim bağlandı ve yazdım telefon numaramı adamın telefonuna. Bu sefer de “Çaldır kendini sen de benim numaramı kaydet.” demez mi? Ben de kendimi çaldırdım ve onun numarasını kendi telefonuma kaydettim ve izin isteyerek ayrıldım adamdan.  Bu gün akşama doğru adam beni telefonla aradı, çok dertliydi.  “ Beyim bu ortalığın çoru gitti geldi bizim gibi yaşlıları vurdu. Bak senin de dediğin gibi okullardan sonra kahvehaneleri ve çay ocaklarını da kapattılar. Kahveye ya da çay ocağına gidip etraftan haber alıyor, iki insan yüzü görüyorduk.  Haftada bir Cuma namazına gidip cami avlusunda iki çift laf edip dertleşiyorduk ondan da olduk. İşin daha kötüsü kimse kimseye selam da vermiyor ve yaklaşmıyor. Evde torunlar yanıma yaklaşmıyor, damat akşamları eve geldiğinde yanımızda otururdu şimdi yanımızda da oturmuyor, çocuklarını da başına toplayıp ya odasına çekiliyor ya da mutfakta oturuyor.  Bu sabah Sabah Namazına giderken apartmanın kapıcıyla karşılaştım. Bizim altımızda oturan iki yaşlı karı koca evde didişip dururlarmış. Adam önceleri dışarı çıkar parkta bahçede oyalanırmış, şimdi tamamen eve kapanmış, karısı da her işime karışıyor diye adamı evde istemiyormuş.  “Televizyon haberleri ve bilir bilmez televizyona çıkartılan sözde yorumcular adamı iyiden iyiye çileden çıkartmış.” dedi kapıcı. Önceden iki günde bir akşamları çocukları ve torunları gelir hallerini hatırlarını sorar akşam yemeklerini hep birlikte yer giderlermiş. Bu Coronavirüs illeti nedeniyle yaşlılar risk altında diye kaç gündür onlar da korkularından gelmiyorlarmış ana babalarının yanına.  Kendileri gelmedikleri gibi çocuklarına da yasak koymuşlar. Adamla kadın torunlarımızı göremeden kuş yuvası gibi bu sekizinci katta, damın deliğinde ölüp gideceğiz diye korkudan tir tir titriyorlarmış. Lafa gelince dinimizde ve kültürümüzde “yaşlılara ve hastalara saygı” diye bir şey vardır, diyorlar. Yaşlılara saygı bu mu? Hangi kitapta yazıyor? Genç kapıcı bana bu sabah bilmiş bilmiş ne dedi biliyor musunuz hocam?  “Amca üzerine alınma, lafım meclisten dışarı ama onlar da yeteri kadar yaşamışlar, daha ne istiyorlar?” Kapıcının bu sözüne tepem attı. Kapıcıya, “Bu nasıl bir anlayış! Sana dinini böyle mi öğrettiler? Bu bencil ve çıkarcı anlayışa ne ara sahip oldu bu toplum?  Bizim büyüklerimiz ne günler yaşamışlar, biz onların yaşadıklarını dinleye dinleye büyüdük.  Şimdi de bizler büyük olduk. Geçmese onların yaşadıkları sıkıntılar geçmezdi. Bu günler de elbet geçecek, yeter ki, birbirimize olan saygımızı ve sevgimizi yitirmeyelim. Ecelimiz gelince elbette hepimiz öleceğiz, bu işin genci yaşlısı yok. Allah hiç birimize sevdiklerimizin acısını yaşatmasın oğlum!” dedim kapıcıya. Beni bir suçlu edasıyla sus pus dinleyen kapıcı “ Özür dilerim amca ben hiç senin gibi düşünmemiştim.” dedi.  “İşte böyle hocam, kusura bakma akşam akşam senin de kafanı şişirdim. Hele biraz sabredelim. Evden çıkmamakla bu bela defoluyorsa ziyanı yok iki ay evden çıkmayalım, bulgurumuzu sıcak suya ıslar karnımızı doyururuz.  Biz unutkan bir toplumuz bu günleri de unuturuz.” Dedikten sonra iyi akşamlar dileyerek telefonunu kapattı. İnş. Müh. Fatih DULKADİROĞLU (18.03.2020 Malatya)
Beyim, bu ortalığın çoru gitti geldi bizim gibi yaşlıları vurdu. Bak senin de dediğin..

Emeklilik ve yaşam -2-
 

Fatih Dulkadiorğlu yazdı
Geçenlerde evimizin yakınındaki parkın içerisindeki kafeye girdim. Hava oldukça güzel ve güneşliydi, terasın güneş alan bir yerinde kendime bir masa seçtim ve telefonumu masanın üzerine bırakıp üzerimdeki kabanımı oturduğum sandalyenin arkasına astıktan sonra sol tarafım güneşe gelecek şekilde oturdum ve bir süre parkın güzelliğini seyre daldım. Öylesine dalmışım ki masaya sipariş almak için yaklaşan genç garsonu bile fark etmemişim. Garsonun “ Hoş geldiniz beyefendi” demesini beklerken beni sakalımdan mı nedense okumuş yazmış biri olarak tanımlamış olmalı ki, saygılı, sempatik ve gülen yüzüyle,”
Hoş geldiniz hocam.” dedi. Garsonun bu güler yüzlü yaklaşımından çok mutlu oldum. Garsondan bir Cafe Latte, bir de su getirmesini rica ettim. Latte’yi benim çocuklardan öğrenmiş ve alışmıştım. Latte, İtalyan’ca süt anlamına geliyormuş. Asıl adı Caffe Machiatodur Espresso imiş. “Buharla ısıtılmış kıvamlı süt dolu bir kupaya eklenir, genellikle ince ve uzun bardakta servis edilir. İsteğe göre üzerine süt köpüğü eklenir bir damla çikolata sosuyla da köpük üzerine süs amaçlı istenilen şekilde resim yapılabilir. Yani bir nevi ebru sanatı gibi.” diye anlatmıştı avukat olan kızım. Az sonra ağzı geniş uzun bardakta Caffe Latte’m ve suyum gelmişti. Garson, nabza göre şerbet vermesini bilecek derecede uyanık çocukmuş, bana bu yaştan sonra kalp resmi yapacak değil ya, kitap resmi yapmıştı bardağın üzerindeki süt köpüğüne çikolata sosuyla.  Yaklaşık bir saat kadar oturup güneşin tadını çıkarttım. Havanın sıcaklığından yararlanarak bu sürede telefonuma yüklediğim “ Kâşif Kozinoğlu’nun Mezara götüremediği Sırlar” isimli kitabından yüz sayfa kadar okumuşum. Fazla oturduğumu hissederek masadan kalktım, kasaya hesabı ödedikten sonra parkın içerisinden dolaşıp caddeye çıkmak isterken geçenlerde cami avlusunda tanışıp sohbet ettiğim arkadaşla bu gün de parkta rastlaştım. Hani şu karısı ölünce başı boş kalıp evlenmeye kalkışmasın diye kızının yanına getirilen çok dertli bir adam vardı ya, işte o...
 Parktaki bankların birinde oturmuş ayaklarını uzatarak doksan dokuzluk tesbihini çekiyor, bir yandan da dalgın dalgın sürekli ayakkabısının burnuna ve hep aynı noktaya bakıyordu. Beni görünce toparlandı ve ayağa kalktı, tokalaştık.
 Kırk yıllık dostunu görmüşçesine sevindi. Uzun zamandır göremiyorum sizi bu ara Cumalara da gelmiyorsunuz, bir şeyiniz yok değil mi Hocam?” dedi. 
Ben de “ Bir süredir buralarda yoktuk, çocukların yanına gitmiştik yeni geldik. Ben yukarıda oturuyordum sizin burada olduğunuzu bilseydim yukarıya sizi de davet eder kahve ikram ederdim.” dedim.
 “Teşekkür ederim, ben öyle yerlere giremem.” dedi. 
Adamın yalnızlıktan canı sıkılmış olmalı ki, beni bırakmaya pek de niyeti yoktu. 
Oturmam için banktan yer göstererek, “Acil bir işiniz yoksa biraz da burada oturun.” dedi. 
Ben de adamı kırmamak için teklifini kabul ettim, 
“ Hadi oturayımo zaman.” dedim ve oturdum. Adam anlatmaya başladı:
 “Sizi kaç gündür göremeyip merak edince evde lafınız oldu. Kızıma, sizi ve geçenlerde sizinle cami avlusunda yaptığımız sohbeti anlatmıştım. O da merak etmiş fesbok mu ne varmış oradan araştırdı sizin resminizi bulup gösterdi. “Baba bu mu senin konuştuğun adam?” dedi. Ben de Evet! Evet! Bu adam dedim.
Kızım, baba bak senin tanıdığın adam kendi duvarında ne yazmış, okumamı ister misin? Dedi. Ben de oku bakalım ne yazmış dedim. 
Siz her tarafı kasıp kavuran şu ortalığın çorundan söz ederek “Coronavirüs (Covıd-19) konusunda madem 60 yaş ve üstü risk altındaysa okullar kapatılacağına kahvehaneler kapatılsa ya...” diye yazmışsınız. 
Beyim aslında doğru yapmamışsınız. Sizin bu dediğinizi devlet büyüklerimiz duyar da kahvehaneleri ve çay ocaklarını kapatırlarsa bizim halimiz ne olur? Evde boğulmaz mıyız?” Deyince ben de 
“Ama olur mu? Kahvehaneler çok sağlıklı değil, küçük bir masanın etrafında diz dize dört kişi birbirinin
ağzına girecek derecede yakın oturuyoruz, bir de yancılar geliyor onlar da dirseğini masaya dayayıp oturuyorlar nerdeyse ağzımıza girecekler, öksüreni var, aksıranı var. Sen istediğin kadar kendi temizliğine dikkat et, ya karşındaki dikkat etmiyorsa o zaman ne olacak? Havalar serin gittiği için yeteri kadar havalandırılamıyor. 
Biri pencereyi açsa bir başkası gelip kapatıyor. Geçen gün aynı şeyi bizzat kendim yaşadım, benim yaşlarımda bir adam dirseğini masaya dayamış elimi seyrederken bana doğru hapşırdı, daha da kötüsü hapşırırken de ağzını kapatmadı. Ben de adama bir şey diyemedim ama sinirlendim oyun masasını terk ettim. Kalkıp elimi yüzümü iyice sabunladıktan sonra kahvehaneden ayrıldım, bir kaç gündür de gitmiyorum.” deyince 
“Bakın ben bu yönden düşünmemiştim.” diye bana hak verdikten sonra telefonunu uzatarak  "Hocam mahsuru yoksa şuna telefonunu kaydeder misin?” dedi. Bu tür şeyleri çok sevmesem de bir an için basiretim bağlandı ve yazdım telefon numaramı adamın telefonuna. Bu sefer de “Çaldır kendini sen de benim numaramı kaydet.” demez mi? Ben de kendimi çaldırdım ve onun numarasını kendi telefonuma kaydettim ve izin isteyerek ayrıldım adamdan.
 Bu gün akşama doğru adam beni telefonla aradı, çok dertliydi. 
“ Beyim bu ortalığın çoru gitti geldi bizim gibi yaşlıları vurdu. Bak senin de dediğin gibi okullardan sonra kahvehaneleri ve çay ocaklarını da kapattılar. Kahveye ya da çay ocağına gidip etraftan haber alıyor, iki insan yüzü görüyorduk. 
Haftada bir Cuma namazına gidip cami avlusunda iki çift laf edip dertleşiyorduk ondan da olduk. İşin daha kötüsü kimse kimseye selam da vermiyor ve yaklaşmıyor. Evde torunlar yanıma yaklaşmıyor, damat akşamları eve geldiğinde yanımızda otururdu şimdi yanımızda da oturmuyor, çocuklarını da başına toplayıp ya odasına çekiliyor ya da mutfakta oturuyor.
 Bu sabah Sabah Namazına giderken apartmanın kapıcıyla karşılaştım. Bizim altımızda oturan iki yaşlı karı koca evde didişip dururlarmış. Adam önceleri dışarı çıkar parkta bahçede oyalanırmış, şimdi tamamen eve kapanmış, karısı da her işime karışıyor diye adamı evde istemiyormuş. 
“Televizyon haberleri ve bilir bilmez televizyona çıkartılan sözde yorumcular adamı iyiden iyiye çileden çıkartmış.” dedi kapıcı.
Önceden iki günde bir akşamları çocukları ve torunları gelir hallerini hatırlarını sorar akşam yemeklerini hep birlikte yer giderlermiş. Bu Coronavirüs illeti nedeniyle yaşlılar risk altında diye kaç gündür onlar da korkularından gelmiyorlarmış ana babalarının yanına. 
Kendileri gelmedikleri gibi çocuklarına da yasak koymuşlar. Adamla kadın torunlarımızı göremeden kuş yuvası gibi bu sekizinci katta, damın deliğinde ölüp gideceğiz diye korkudan tir tir titriyorlarmış.
Lafa gelince dinimizde ve kültürümüzde “yaşlılara ve hastalara saygı” diye bir şey vardır, diyorlar.
Yaşlılara saygı bu mu? Hangi kitapta yazıyor? Genç kapıcı bana bu sabah bilmiş bilmiş ne dedi biliyor musunuz hocam? 
“Amca üzerine alınma, lafım meclisten dışarı ama onlar da yeteri kadar yaşamışlar, daha ne istiyorlar?” Kapıcının bu sözüne tepem attı. Kapıcıya, “Bu nasıl bir anlayış! Sana dinini böyle mi öğrettiler? Bu bencil ve çıkarcı anlayışa ne ara sahip oldu bu toplum? 
Bizim büyüklerimiz ne günler yaşamışlar, biz onların yaşadıklarını dinleye dinleye büyüdük. 
Şimdi de bizler büyük olduk. Geçmese onların yaşadıkları sıkıntılar geçmezdi. Bu günler de elbet geçecek, yeter ki, birbirimize olan saygımızı ve sevgimizi yitirmeyelim. Ecelimiz gelince elbette hepimiz öleceğiz, bu işin genci yaşlısı yok. Allah hiç birimize sevdiklerimizin acısını yaşatmasın oğlum!” dedim kapıcıya. Beni bir suçlu edasıyla sus pus dinleyen kapıcı
“ Özür dilerim amca ben hiç senin gibi düşünmemiştim.” dedi.
 “İşte böyle hocam, kusura bakma akşam akşam senin de kafanı şişirdim. Hele biraz sabredelim. Evden çıkmamakla bu bela defoluyorsa ziyanı yok iki ay evden çıkmayalım, bulgurumuzu sıcak suya ıslar karnımızı doyururuz. 
Biz unutkan bir toplumuz bu günleri de unuturuz.” Dedikten sonra iyi akşamlar dileyerek telefonunu kapattı.
İnş. Müh. Fatih DULKADİROĞLU (18.03.2020 Malatya)

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve gazetemalatya.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.